Milli Mücadele fikri İstanbul’da doğdu, ilk adım Samsun’da atıldı, Sivas ve Erzurum’da halkla bütünleşti, Ankara’da ete, kemiğe büründü ve zafere dönüştü.
Mustafa Kemal, Atatürk’ün doğduğu yer olarak Samsun’u, doğum günüm olarak da 19 Mayıs 1919’u işaret eder.
Neden mi?
Kendisinden dinleyelim:
“Ben Samsun’da doğdum. Milli Mücadele burada başladı. Samsun’u ve Samsun halkını gördüğüm zaman memlekete ve millete ait bütün hayallerimin, kararlarımın yerine getirilebilir olduğuna bir defa daha kuvvetle inanmıştım. Samsunluların hal ve tavırlarında gördüğüm, gözlerinden okuduğum vatanseverlik, fedakârlık ve ümit, hayallerimi müspet bir inanca götürmeye yeter olmuştu.”
Unutmayım, unutturmayalım
Atatürk’ü ve gençleri keşke çok daha iyi anlayabilsek, fabrika ayarlarına yeniden dönüp, aynı ruh ve aynı heyecanla yeniden bütünleşebilsek…
Neden mi?
19 Mayıs 1919’u doğru okursak, Mustafa Kemal’i, Milli Mücadele’yi, Meclis’i, Cumhuriyet’i, demokrasiyi çok daha iyi anlar, çok daha fazla sahip çıkarız.
Atatürk’ü hâlâ anlamak istemeyenlere önerimiz, bir de Mustafa Kemal’siz ve 19 Mayıs’sız bir senaryoyu göz önüne getirmeleri.
Eğer böylesi bir senaryo içlerine siniyorsa, yollarına aynen devam etsinler. Yok eğer zerre kadar değer veriyorlarsa, o zaman hak ettiği önemi göstermek zorundalar.
Değerlere saygı
Bazı değerler var ki asla sorgulanmamalı. Örneğin milli ve manevi değerler. Örneğin Atatürk, örneğin demokrasi, hukuk, basın özgürlüğü, eğitim, sağlıklı yaşam hakkı, çocuklar ve gençler…
Hepimizi bir şemsiye altında toplayan ortak değerlerimizi de kaybedersek, geriye ne kalır ki!
Liderler zirvesinde ortak değerlere keşke çok daha fazla zaman ayrılsa, günlük siyaset bir yana, yılda en az bir kez konusu ve gündemi ortak değerlerimiz olan toplantılar gerçekleşse…
Milli bayramların başına gelen sıradanlık, giderek artan bir şekilde dini bayramlar için de söz konusu olmamalı. Bayram demek, tatil anlamına gelmemeli.
Giderek yozlaşan ya da yozlaştırılan milli ve manevi değerlerimize her zamankinden çok daha fazla sahip çıkalım.
Gençler mutluysa…
Bugün yine gençleri ne kadar çok sevdiğimiz uzun uzadıya anlatılacak.
Onlar için ne vaat edilse azdır ama halleri de ortada.
Yorgunlar, işsizler, mutsuzlar.
“Fırsatını bulsam yurt dışına giderim” diyenlerin sayısı her geçen gün artıyor.
Onlar için atılan her adım ülkemizin geleceği için atılmış dev bir adımdır.
Onların geleceği için hiçbir adım, tasarruf genelgelerine takılmamalıdır!
Onlar mutluysa mutluyuz, onlar mutsuzsa, bizim mutlu olmamız mümkün değil!
Onları görmezden gelmek, aslında kendimizi yok saymaktır!
Peki, niye mutsuzlar?
Gençlere yönelik yapılan tüm anketlerde en önemli sorun, gelecek kaygısı ve işsizlik çıkıyor.
Eskiden ille de üniversite diyen gençler, şimdi giderek artan bir şekilde eğitimden uzaklaşmaya başladı.
Neden mi?
İşsizlik sıralamasının en tepesinde üniversite mezunları var da ondan!..
Sınav odaklı eğitim belki diploma kazandırıyor ama yetkinlik iş ve aş kazandıramıyor.
Bu tabloyu bugün sorgulamazsak, ne zaman sorgulayacağız?..
İyi eğitimli bir gençlik, ülkenin lokomotifi olacağı gibi eğitimsiz bir gençliğin sorunlar yumağı olacağını hatırlatmaya gerek yok.
İşte bu yüzden sporun gölgesinde kalmış bir Gençlik Bakanlığı değil, eğitimden istihdama, sosyal gelişimden motivasyona hemen her alanda gençleri kucaklayacak olan şemsiye bir bakanlığın ülkemizin geleceği açısından çok daha yararlı olacağını düşünenlerdeniz.
Ne olur artık bunu görelim, inanalım ve gereğini yerine getirelim.
Bayramımız var ama!..
Gençlerimizden ne kadarı dünyada bayramı olan ender ülkelerden biri olduğunu iliklerine kadar hissediyor ve bunun coşkusunu yaşayabiliyor?
Kaçı mutlu ve kaçı geleceğe umutla bakıyor?
Geleceğimizi onlara emanet ettik, yarınımızı onlar inşa edecek.
Peki ya onların geleceğine kim yön verecek?
MEB mi, YÖK mü, ÖSYM mi?..
Özetin özeti: Gençlerimize şimdi sahip çıkmazsak ne zaman sahip çıkacağız. İş işten geçtikten sonra mı?..